Gün iyice açmış, güneş yükselmeye başlamıştı. Otlara düşen çiğ damlaları, süzülerek yaprak uçlarında damla olup, aşağıya, yere düşücek kadar ağırlığı toplamaya başlamışlardı. Bayır aşağısı, Malabadi Köprüsüydü.
Eşeği yüksekçe bir taşın yanına sürerek duran. Sidar, Uso’ya;
“‐burada durup, karnımızı doyuralım. Hem buradan, tepeden, köprüyü seyretmek çok daha güzel.”
Önce Uso, peşinden de Sidar eşekten inerler. Uso, anasının verdiği erzak çıkınını açar. İki dilim tandır ekmeğine salça sürerek birini, kırbasından tasa doldurdğu ayranla Sidar’a uzatır.
Ekmeğini ısırırken gözlerini Sidar’ın kesilmiş ayağından alamaz. Ayağının neden kesildiğini sorsam mı acaba diye içinden geçirir. Sonra vazgeçer bunu sormaktan. Başıyla köprüyü göstererek;
“‐Sidar Dayı…ben bu köprüye çok geldim ama karşıya hiç geçmedim…Geçmeye hep korktum…geri dönemem diye korktum. Bu köprüye neden “Malé Abdi-Malabadi”* demişler. Kimmiş bu Abdi?”
Sidar, köprü için anlatılanları, hafızasında arar bulur ve başlar anlatmaya;
“‐Bir zamanlar daha köprü yokken, suyun iki tarafında yaşayan iki genç birbirlerine aşık olmuşlar. Gençler birbirlerini görmek için kıyıya gelerek bakışırlarmış. Genç kız bir gün dayanamaz ve Abdi’sine kavuşmak için suya girer. Suyun azgın dalgalarına kapılarak kaybolup gider. Bunun üzerine Abdi, Silvan Beyi’nin huzuruna çıkar ve sitem eder; “eğer bu suyun üzerinde bir köprü olsaydı, sevdiğim kız dalgalara kapılıp boğulmayacaktı. Bari bundan sonra, sevenler boğulmasın, birbirine kavuşsunlar diye bir köprü yapın.” Silvan Beyi talebi yerinde görür, akarsuyun üzerine köprü yapmaya karar verir ve yapımına başlar. Gel zaman, git zaman yapımına başlanan köprünün yarısı bitince, zorluklar başlar ve yapımı durur. Bunun üzerine Abdi, tekrar Silvan Beyine giderek köprü yapımına devam etmelerini ister. Silvan Beyi de; “köprüyü tamamlayacak usta bulamıyorum. Ama çok istiyorsan git kendin yap”, der. Abdi de; “tamam ben yaparım”, der. Abdi’nin ukalalığına canı sıkılan Silvan Beyi der ki; “git yap…ama yapamazsan senin kolunu keserim.”, der. Abdi de; “kabulüm. Eğer bitiremezsem benim kolumu kes. Ama bitirirsem de, sen bileğini kesersin.”
Köprüyü tamamlayamayacağına emin olan Silvan Beyi de; ” tamam”, der. Abdi, günlerce aylarca, yılmadan, usanmadan, çalışır çabalar ve yarım kalan köprüyü tamamlar. İşte köprünün kemer taşında bulunan kesik el işareti, Silvan Beyinin bilekten kesilmiş elinin işaretidir. Köprünün yapımı devam ederken Abdi, hep burada yatıp kalkmıştır ve ondan dolayıdır ki bu köprüye; ABDİ’NİN EVİ* denmiştir.”
Anlatılan hikâyenin etkisinde kalan Uso, sessizliğe gömülür. Sessizliği bozan Sidar olur;
“‐toparlan Uso gidiyoruz…kesik elin hikayesini öğrendin…ikinci mola yerimizde de kesilen ayağımla ilgili hikayeyi anlatır merakını gideririm.”, der.
Uso, kızaran yüzünü Sidar’a göstermemek için başını kaldırmadan erzak çıkınını toplar. Sidar’ın eşeğe binmesine yardım eder ve;
“‐Ben binmeyeceğim eşeğe. Hayvan ikimizin ağırlığıyla daha çabuk yoruluyor. Hem ben köprüyü yayan geçmek istiyorum. Epeydir yapmaya korktuğum şeyi, bu gün korkmadan yapacağım.”
Sidar gülümseyerek;
“Ben, yabanda geceleri yalnız kalıp korktuğum da türkü çığırırdım. Sen de köprüyü geçerken bir türkü çığırırsın artık.”
Deyince, birbirlerinin yüzüne bakarak gülümserler. Bayır aşağı eşeği süren Sidar, köprü başına gelince Uso’ya bakar. İşareti alan Uso ırlamaya başlar…
*Abdi’nin Evi:
Kürtçe de, “mal” ev, hane demektir. “Bad” diye erkek ismi yoktur kürtlerde. Ama, Abdi, Abdo kürtlerde çok yaygın olan bir erkek ismidir. Bu mantık örgüsüyle “Bad’ın Evi” yerine “Abdi’nin Evi” deyimini kullandım.
Bad farsça da; rüzgâr, sabah yeli anlamına gelir.
Osmanlıca da ise; kötü anlamındadır ve beddua kelimesiyle aynı köktendir.
Arapça da; “sonra” anlamına gelir.
Malabadi efsanesinin bir çok anlatılış versiyonu vardır. Hepsinde de gencin adı “BAD” olarak geçer.
Sevan Nişanyan; yörede Bad beyliği diye hüküm süren bir beylikten bahseder ve köprünün adını, buradan aldığını yazar.
Evliya Çelebi; Malabadi Köprüsü demek yerine, Batman Köprüsü diye bahseder.
Dünyanın en büyük tek gözlü köprüsüdür. Köprünün ayaklarında, kervanların içinde barınabileceği hanlar inşa edilmiştir.
Evliya Çelebi; “Ayasofya’nın kubbesi köprünün ayağı altına sığar” diyerek, büyüklüğüne atıfta bulunur.