BİR KAN DAVASI HİKAYESİ…1 ……FARKİN’Lİ ŞEHMUS……
Osmanlı bir çok cephede savaşmakta olup, savaşın ağır yüküne; ne aş, ne de ‘can’ yetmektedir. Cepheye götürülmek üzere,14‐15 yaşında ki gençler görüldüğü yerlerden alınıp trenlere bindiriliyordu. Kocası; “Yemen’e gidiyorum” dediğinden bu yana üç yıl geçmişti, ve ingilizlere esir düşüp Hindistan’a gönderilmişti. Peşinden iki oğlu Halil ve İbrahim’de gitmişti Şam’a. Şam’dan Filistin’e gittiğini söyeleyenlerde vardı. Şark ve Balkan cephelerinden yenilgi haberleri peşpeşe geliyor, kala kala, elinde Uso kalmıştı. Uso’nun gitmesine, götürülmesine razı olmayacaktı Gulé.
Gulé, oğlu Uso’ya kuzuları otlatırken dikkat etmesi gereken şeyleri her gün tembihlemekten usanmaz; “yollardan uzakta otlat kuzularını. Yoldan geçen yolculara da görünme. Hele süvari ise yolcular, hiç görünmemelisin. Gerekirse kuzularını da bırakıp, seni yakalayamayacakları tepelere doğru koş, mağaralarda saklan. Tehlike yoksa ben gelir seni bulurum. Ben gelmeyene kadar eve de gelme.”
Gulé kadın, yarıcılık yaptıkları Şehmus Ağa’nın kapısına varır, kapıdan içeri seslenir;
“‐ağam, desturun varsa hâlımı arzedecem.”
Şehmus Ağa;
“‐gel Gulé Kadın, içeri buyur.”
Baharın ilk günlerinin serin güneşinde, yere serilmiş mindere oturan Şehmus Ağa’nın karşısına geçen Gulé;
“‐Bak ağam…ocağına düştüm…karakol komutanını taniysın. Kocam İngilizlere esir düşmüş, Hindistan’a götürmüşler. Oğullarım İbrahim ve Halil’in nerde olduklarını, ölü mü sağ mı olduklarını bile bilmiyorum. Halbuki her evden bir asker alırlarmış, ev erkeksiz kalmasın diye. Benim hem kocam getti, hem oğullarım. Şimdi de, daha onbeşine girmemiş oğlum Uso’yu alacaklarmış.”
Hafif yan eğilmiş olarak mindere oturan Şehmus Ağa, söyleyeceği söze itiraz edilmemesi için, sesi gibi oturma şeklini de dikleştirerek;
“‐Bak Gulé kadın…karakol komutanını tanıdığım doğrudur. Senin kuzulardan semiz olan birini ver, yarın bir yanına varayım. Yapabileceği, yapabileceğim bir şey olursa söz yaparım. Ama şunu da bil ki malûmun; arap éllerinde, Rumeli’nde, Kafkasya’da Balkanlar’da, her yerde savaş var ve çok askere ihtiyaç var.”
Gulé kadının son sözlere canı sıkılır;
“‐madem çok askere ihtiyaç var, senin oğulların niye savaşta değiller. Bir de deve kervanı kurdun, oğulların çevre köylerden habire hububat toplayıp askere satmak üzere Diyarbakır’a, ordan da Dicle de bekleyen kayıklara yüklüyorlarmış.”
Şehmus Ağa ses tonunu daha da sertleştirerek;
“‐Gulé…Benim düşmanım değilsin ki sana kötülüğüm dokunsun. Hala benim verdiğim dam da oturuyorsun. Bu köyde bir karış toprağın yok. İstesem seni hemen köyden çıkarırım. Benim de iki kardeşim Çanakkale’deler. Öldüler mi, kaldılar mı, benim de haberim yok. Oğullarıma gelince, evet askere alınmadılar ama, orduya arpa ve buğday topluyorlar, cephede ki askerler aç kalmasınlar diye. Bu cephede savaşmaktan daha zor bir görev. Ellerinde ordu komutanından aldıkları izin belgesi var. Senin aklını çelmişler.”
Gulé;
“‐Aklım başımda mı ki, çelen olsun. Yarın karakola giderken, kuzuyu kapıdan alırsın.” diyerek, hışımla Şehmus Ağa’nın avlusundan dışarı çıkar ve kendi kendine söylenerek evinin yolunu tutar; “kardeşleri de Çanakkale’deymiş de…öldüklerini bile bilmiyormuşta…ulan…kardeşlerini sen kandırdın. Gidin gönüllü olun dedin…şanımız şerefimiz büyüsün dedin…sizi kabul etmeyecekler dedin…ben komutanı ayarlamışım dedin…silah altına alınma emirleri çıkınca da, köy sana kalacak diye nerdeyse davul-zurna çaldıracaktın. Yalandan ağlamadın bile… Oğullarının yerine de başkalarının çocuklarını, kendi çocuklarınmış gibi gönderdin…eğer…eğer..Uso’mu askere alırlsarsa…senden bilirim Şehmus…Allaha and olsun ki, seni yaşatmam…”
Şehmus Ağa, kendi kendine mırıldanarak giden Gulé’nin söylediklerini duymuyordu ama tahmin ediyordu. Gulé ve oğlu Uso’dan kurtulmanın hesaplarını yapmaya başlar; “oğlum Uso…oğlum Uso…diye diye, bu dağlarda seni deli-divane gezdirmezsem bana da, Farkin*li Şehmus demesinler. Bak bakalım él mi yaman, bey mi yaman.”
Ertesi sabah, Gulé’nin kapıya bıraktığı kuzuyu atının terkisine atan Şehmus Ağa, karakolun yolunu tutar. Hava kararmadan tekrar köye dönen
Şehmus Ağa, atını doğru Gulé’nin kapısı önünde durdurur. Kapıda bekleyen Gulé’ye;
“‐allahın yanında iyiliğin varmış Gulé. Allah oğlun Uso’yu sana bağışladı. Ben durumu komutana izah ettim. Komutanda çok üzüldü. Ama dedi; ‘benim üzerimde de çok baskı var. Göz önünde olmasın. Hergün bir çok ihbar geliyor. Mecburen biz de peşlerine düşüyoruz.’ Ben de dedim ki; Uso’yu benim kervana hizmetli olarak katsam olur mu. Komutan da kabul etti. Uso’ya söyle hazırlığını yapsın. Yarın, Sidar Diyarbakır’a gidecek. Sidar’la gitsin ve kervanın çalışanlarına katılsın. Hem para kazanır hem de emniyette olur, seninde gözün arkada kalmaz.”
Şehmus Ağa, Gulé’nin cevabını beklemeden atının başını çevirerek evine doğru sürer.
Şehmus’un arkasından bakakalan Gulé sesini yetiştirmeye çalışarak;
“‐eğer bu işin içinde bir bityeniği sezersem……..”
Farkin: Diyarbakır’ın ilçesi, Silvan’ın eski adıdır.