Gün doğmadan öten horozların sesi, Xaco’yu uykusundan uyandırır. Uyku sersemi olduğundan, önce bir anlam veremez horoz seslerine. ‘bu horız da nerden geldi’ diye kendine sorar. Kendini hala kebiyede sandığından, çardağın kapısını gözleriyle arar, baktığı yerde dümdüz bir duvar görür, kapı yoktur! Bir an ürker, neresi ve nerede olduğunu anlamaya çalışır. Aşağı, yukarı 5 aydır köy yaşamından uzak, yabanda yatıp kalkmakta,
olduğundan, horoz sesini de unutmuştur. Hava karardıktan sonra köye gelmiş, etrafına bakamadan, o yorgunlukla uyumuş ve bedeni, zihnini yanıltıyordu! Zihni de bedenini! “Sakin olmalıyım” der içinden, bir gün öncesini ve akşamı hatırlamaya çalışır. Köye taşındığını ve evde olduğunu kavrayınca rahatlar. Kebiyeye taşındıklarının sabahı da tersi olmuştu! Yattığı yatakta,gözlerini açıp bakınca karşısında fıratı ve suyu görmüş; ‘eyvah murad taşmış,’ köyü ve evlerini de su basmış gibi algılamıştı. Çocuklara göz atar, hepsi tamamdır! ve uyumaktadırlar. Rahatlar, üstü açılanların üstünü örter ve gün boyu yapılacak işleri düşünür; epeyce işi olduğunu hesaplar: ‘ne kadar acele etsem de böğün bitmez, en eyisi birez daha uyuyup iyice dinleneyim’ diyerek, yine yatağına uzanır ve uyur.
…………….
.Oda kapısının açılıp, kapanırken çıkardığı gıcırtı, kulaklarını tırmalamış, artık kafasını da şişiriyordu! Gıcırtının bitmesini bekledi, tam durdu derken bir daha başladı. Artık daha fazla uyumayacağını anlar ve yatağından kalkarak İso’ya;
“‐kızım ne vardı, sabah sabah erken kalkacak, bir uyutmaya bırahmadın.”
“‐Aney ne erkeni, nerdese üleyin okunacah. Ben akşamdan kalan eşyaları da yerleştirdim. Size kahvaltı bile hazırladım, sen, elini yüzünü yıka, çocuklar daha uyusun. Artık ne zaman kalharlarsa kahsınlar, o vahıt yimeklerini yirler.” Bu konuşmanın üzerine, Xaco kendine gelebilmiş, bedeni dinlenmiş, zihniyle de uyumlu hale gelmişti. İso sofrada;
“‐Aney, eseh mi beni bahçaya, Sultan Gelin’den, tikiş örgenmeye gönderecahsın.”
“‐He kızım get, iyice belle terzılığı. Dünyanın binbir türlü hâlı var, hem bahçacılar aralarında konuşiylardır, kimde iyi aşlık tohumu varsa, bizim için de iste. Hele baban bir gelsin o vahıt gidersin. Şimdi ben kalhıp sıva çamırı hazırlayım, odayı içerden sıvamaya başlayacam. Sende şu kapının menteşelerine birez kazyağı tök, pasını söksün. Çoh kıcırday.”
O gün akşama kadar, Xaco hazırladığı harç ile, boş olan odanın içi ve dışının sıvasını bitirir. İso ise; kirlenmiş çamaşır ve elbiseleri yıkar, kuruması için ipe serer. Kış giyeceklerini çıkarır, ayrı bir bohça yaparak bir tarafa indirir. Necat Efendinin Hanımının gönderdiği kumaşı alır, bedenine sarar, aynanın karşısında kendini seyreder. Aynadaki yansımasına bakarak Bekir’i düşünür. Babası razı olacak mıydı,Bekir’le evlenmelerine. Pek umutlu olamadı, babası aklına gelince. Hayal dünyasına bile karışıyordu babası! Bedenine sardığı kumaşla aynaya bakmaya devam eder. Bekirin hediye ettiği çorabı alır, yüzüne götürür,yanaklarına sürer. Utanır yaptığından, ama yüzüne sürmeye devam eder çorabı. O an ki içdürtüsü, utanmasına, mahcubiyetine, pişmanlığına, üstün geliyordu….. Kumaşı ve çorabı bohçaya yerleştirirken, sanki bir bebeği incitmek istemiyorcasına, nazikçe okşaya okşaya bırakır! odadan çıkarken de, kumaşa ve çoraba, baka baka çıkar….
İso anasına seslenerek;
“‐ikimizde çoh yorulduh aney, ben çay koyayım, demlenene kedek, otur dinlen.” Xaco’da böyle bir teklif bekliyormuşçasına, hemen ellerini ve yüzünü yıkamaya yönelir. Çay demlenene kadar duvar dibinde, yere serdiği çula oturur. Küçük oğlanı kucağına alarak emzirmeye başlar;
“‐em oğlum em. Ne de olsa birkaç güne sütten kesecem seni. Bahçaya giderim, Fatma teyzende yardım eder.”
Komşusu kadın, geçen yıl, çocuğunu sütten keserken, yardım iştemişti.
Xaco, kadına;
“‐çocuk, daha uyanmadan iyice emzir, bana getir. Ben oyalarım, Seni, memeni, çok isteyince de getiririm. Yalnız Sen meme uclarına, kazan karasından sür ki, görünce tiksinip emmek istemesin.”
Komşu kadın;
“‐O da bir şeymi, benim daha güzel bir fikrim var. Yeni örgendim!”
Komşu kadın, sabah erkenden çocuğunu emzirir ve yarı uykulu bir şekilde Xaco’ya bırakıp gider. Xaco, öğlene kadar, çocuğu oyalar, daha fazla ağlamasına dayanamaz anasına götürür.
Anası hin hin, gülerek;
“‐görünce bakalım bir daha isteyecek misin!”, diyerek giydiği kazağı yukarı sıyırır. Gördüğü karşısında Xaco küçük dilini yutar! Şaçından kestiği iki tutam perçemi, meme uçlarına yapıştırmış ve çocuğun ağzına vermeye çalışır. Ağzına ve burnuna değen kıllar, çocuğun korkmasına ve daha çok ağlamasına neden olur.
Xaco;
“‐Allah seni bildiği gibi etsin, küçücük mehsıme bu yapılır mı? Çocuh artık senden değil meme, analık bile istemez.” Der ve gülüşürler. Aklına gelen bu olay karşısında bir daha tiksinir ve; ‘ben oğluma bu kadar zalim olamam’ diye içinden geçirir.
.Çayı demleyen İso, babasının Suriye’den getirdiği kırılmaz* bardakları doldurmuş ve çocuklara da seslenerek;
“‐hadi, anamın yanında toplanın, hepinize çay doldurdum, hem de bol şekerli, acıhan varsa, ekmek ve pendır de getiririm size.”
.Çocuklar ananın etrafına oturup çay içerlerken İso;
“‐aney, bu gece bize bir hékét aynadırmısın? Çok özledik hékétlerini, hem geceler de uzun, artıh.”
Xaco;
“‐kızım geceler uzadı da, çok yorgunum” bu cevaptan hoşnutsuz olan, çocukların yüzüne bakar ve; “tamam tamam, aynadırım ama en kısasını.” Bunu duyan çocuklar, hep bir ağızdan; “yaşasın, Serçe ve Düdük” derler. Hava tam kararmış, İso yatakları sermiş, uzanan çocuklar kulaklarıyla analarının dudaklarından çıkacak; “bir varmış, bir yokmuş” sesini beklemektedir:
………………………
Not:
*Kırılmaz bardak; Fransız malı, Duralex marka, cam bardak. Tabanı oldukça kalın ve dar, ağız kısmı geniş çay bardağı. Kırılmasa bile; bizim “ince belli” bardaklardan aldığımız hazzı v e r e m e z.
*Hékét; masal.
……………………..
…….DEVAM EDECEK…….