Veli;
‐”öğretmenim, bu iş, bizim kaçak işine benzemez, her ne kadar kaçak gidip geliyorsak ta, bir ‘göz yumma’ vardır. Çok dikkatli olmak lazım. Bu kişilerin burda olduğunu kimse bilmiyorsa işimiz biraz daha kolay olur. Akşama kadar da kimseye sezdirme, gece geçiririm Onları mayından.”
Öğretmen;
‐” kimse bilmiyor, zaten bilselerdi şimdiye baskını yerdik. Sen şimdi köye git, tanıdığım ve güvendiğim taksici var, Onları taksiyle gönderir, Sen karşılarsın.”
Veli;
“‐olmaz öğretmenim. Köy yolunda kuş uçurmuyorlar, şehre gelene kadar 5‐6 yerde, sınıra doğru giden herkesi çevirip arama yapıyorlardı. Taksi hemen dikkat çeker, o köylere ait olmayan cipler de dikkat çeker. Ben bizim cipçi Ali’yle gelir alırım, Onları. Böylelikle hem daha az dikkat çeker, hem de yoldan değilde; araziden Onları sınıra kadar kimseye görünmeden götürebiliriz.”
Öğretmen;
‐” öyleyse bu gece gelip almanızı bekleyeceğim.”
Veli;
‐”Ali için kaygılanma, sağlam ve ketumdur. Bir keresinde; kaçakçı kafilelerine öncülük eden kişileri öğrenmek için karakola çağırmışlardı. Çok sıkıştırmalarına, falakaya yatırmalarına rağmen, hiç birşey söylememiş, ama ‘söylemiş’ gibi ifade imzalatmışlardı. O da savcılık ta erğez*miş gibi davrandı ve hiç konuşmadı. Bunun üzerine Savcı; Ali’yi getiren jandarmalara fırça atmış, ‘bula bula, erğezi mi buldunuz. Bunun kendine hayrı yok’ deyip hepsini kovmuştu.”
.Gece buluşmak üzere sözleşir ve ayrılırlar. Veli garaja gelir. Ali, cipin yanında köye gidecek yolcularını beklemektedir.
Veli’yi görünce, imalı bir şekilde;
‐”halıyı cipte unutmuşsun!! veremedin değil mi? Neyse yolcuları, köye götürdükten sonra, bir daha döneceğiz galiba, o zaman verirsin!! Bu seferki de gönül işimi, yoksa kan davalı biri mi?”
Veli;
‐”senden de birşey saklanmıyor ki. Gönül işi değil, kan davalı üç kişi var, Onları karşıya geçireceğiz.”
Yapacak başka bir işi yoktur Veli’nin, köye gidecek yolcuları beklerken kaçak işi dışında mayın tarlasından, geçirdiği kişiler aklına düşer:
Bir keresinde;
Genç bir delikanlı, sevdiği kızı, “Allahın emriyle” istemiş, babası da vermeyince sevdiğini kaçıran genci mayından geçirmişti. Gençler Suriye’deki akrabalarına sığınmıştı. Bir seferde, kan davasından kaçan bir kişiyi mayından geçirmiş, O da akrabalarının yanına gitmişti.
.Bu arada yolcular da gelmeye başlamış ve cipe binerek köyün yolunu tutarlar. Köy yolunda ki, jandarmanın sıkı aramalarından geçerek köye varırlar. Veli, Ali ile sözleşir ve akşamı beklemek için eve geçer.
.Evde kendi kendine, hemen plan yapmaya koyulur: Giyinince silüetini belli etmeyen, terziye özel diktirdiği, omuzlarına, sırt ve gögüs kısmına pamuk koydurttuğu, kendisini olduğundan daha iri gösteren ceketini çıkarır. Bir askerden aldığı potini de giymek için çıkarır ve akşamı, Alinin gelip kendisini almasını bekler. ‘Keşke öğretmene söyleseydim, misafirlerine yemek yedirmese. Herhalde yemezler ya, Onlar da düğüne gelmemişler ya. Belirsizlik içindedirler, rahat olacaklarını sanmıyorum. Böyle durumlarda, insanın aklına en gelmeyecek şey; yemek ve su dur….
……………………
.Kornanın sesine dışarı çıkar, yola varır ve cipe atlar, Ali’ye;
“‐araziden gidiyoruz, çevirmelere takılmayalım. Bahçedeki su değirmeninden alacağız adamları. Bu seferki işim çok zor, yardımcılarım da yok. Tel örgüyü ve mayın tarlasını, tepeden rahatça göreceğimiz Kurt Deliği’ne bırakacaksın bizi. Ve senin işin bitiyor.”
Değirmene gelene kadar, ne Ali birşey sorar, ne de Veli’nin anlatacağı birşey vardır!! Değirmenin önünde durur, alacakları kimselerin, saklandıkları yerden çıkmalarını beklerler. Öğretmen ve ‘misafirleri’ deredeki ağaçların arasından çıkar, cipe doğru gelirler. Ali hemen aracı çalıştırır, çok kısa bir vedalaşmayla öğretmeni arkalarında, toz bulutu içinde bırakarak, hareket ederler. Ali yine cipi yoldan çıkarır, araziye vurur. Avucunun içi gibi bildiği arazide, farları bile yakmaz, ayışığından faydalanır. Farlar yanmadığı için bazı yerlerde hızını çok düşürmek zorunda kalsa bile, üç saatlik bir yolculukla kurt deliğine varırlar. Vakit, gece yarısını geçmiştir. Ali yolcularını bırakır ve yine farlarını yakmadan köye kadar gelir.
.Kurt deliğindeki doğal mağara, köylüler tarafından ‘tekin olmayan yer’ olarak bilindiğinden, artık emniyettedirler. Şartlar sınırı geçmelerine uygun olana kadar, burada kalabilir ve devriye yolunun da uğrağı değildir.
Veli yeni kafilesine;
“‐burası, güvenlidir, endişe etmeyin” der ve mağaranın dar ağzından eğilerek dışarı çıkar. Çevreyi gözetler, devriyelerin hızının kesilmediğini, gözetleme kuleleri de etrafı aydınlatan projektörlerle araziyi taramaktadır. Kısa bir çevre gezintisinden sonra, arazi de çokca bulunan çoban döşeklerinden hayli toplar ve mağaraya döner. Topladığı çoban döşeklerini, yere sererek, ‘misafirlerin’ rahat oturmalarını sağlar. Veli daha hiçbirine birşey sormamış, konuşmaya ortam hazırlamak için kendini tanıtır.
“‐ belki öğretmenim de size söylemiştir. Benim adım; Veli, bu köydenim. Farketmişsinizdir, mayın tarlası bu bayırın bitiminde, burdan da rahatça görünüyor. Ayışığı parlak, devriyeler çok sıkı, belki bu gece geçemeyebiliriz, bu ihtimale de kendinizi alıştırın, yoksa rahat edemez, her geçen dakika asabınızın bozulmasına neden olur.”
İçlerinden biri;
“‐benim adım da Fevzi”, arkadaşlarını da göstererek; “bu Kadir, bu da Celal. Öğretmenin seni anlattı, adını biliyoruz. Biz sabırlı insanlarız, beklemek; uygun zamanı kollamaktır. Sen kaygılanma, bizim için. Asıl bizim için üzülmene, üzülürüz. Öğretmeninin anlatımından, biz seni daha ufak, tefek biri olarak düşünmüştük”. Bu sözlerin üzerine, Veli özel diktirdiği ceketi üzerinden çıkarır ve gülümseyek; “ufaldım mı şimdi” der. Marifetin cekette olduğunu anlayan misafirlerle hep birlikte gülmeye başlarlar.
Veli;
“‐şafağı bekleyeceğiz, geçmek için. Şafağa kadar, gecenin yorulduğu gibi, herkes yorulur ve şansımızı deneriz. Olmazsa yarın gece, sonsuza kadar böyle sürdüremezler. Şimdi dinlenmeye bakın.”
.Misafirler, kendi aralarında konuşmaya başlarlar, Veli de Onları dinlemektedir. Şimdiye kadar gördüğü ve tanıdığı insanlara hiç benzemeyen yönleri vardır. Gerek kılık kiyafetleri, gerekse de konuşma şekilleri ile. Kıyafetleri ne sivillere ne de askerlerinkine benzemiyordu. Konuşurlarken de hiç duymadığı kelimelerle konuşuyorlar ve çoğunu anlamıyordu. Bir tek çok iyi anladığı, bunların paraya önem vermeyen kişiler oldukları idi. Halbuki öğretmeni kendisine; ‘sen parayı düşünme’ demişti.
Parayı sevmeyenlerin parası da olmazdı!!
Paraları yoksa buralara kadar nasıl geldiler? Bunları kafasından geçirirken, çoban döşeğinin yumuşaklığının içine gömülmüş ve dalmıştı…
.Birden uyanır, dışarı göz atmak için mağaradan çıkarken, Fevzi’nin eksik olduğunu farkeder, diğerleri uyumaktadır. Mağaranın dar kapısından başını çıkarır, Fevzi nöbet tutmaktadır.
Fevzi;
“‐sen, uyumana ve dinlenmene bak. Şafak atmak üzere, bu gece geçemiyecegiz”.
******
Not:
*ÇOBAN DÖŞEĞİ; Çok dallı ve çok yapraklı, dikensiz bir ottur. Kendine has kokusu nedeniyle, sivrisinek ve sürüngenler yaklaşmaz. Üzerine uzanınca, yaylı bir yataktaymış gibi hisettirir. Kanımca; ortopedik, yaylı yatakların fikir babasıdır!!